İntramüsküler Stimülasyon (İMS)
Kas-iskelet sistemi ağrılarının en önemli sebebi k...
1959 İzmir-Karşıyaka doğumlu. E.Ü.Tıp fakültesinden mezun. Van'daki mecburi hizmetinin ardından, 1988 den beri özel sağlık kuruluşlarında, doktorluk yanında, yönetici, başhekimlik, koordinatör gibi görevleri sürdürdü.
1995 ten itibaren, ayrıca medikal estetik, kozmetoloji, beslenme gibi konularda serbest hekim olarak çalışmalarını sürdürmekte ... İzmir Tabip Odası üyesi.
Sağlıkı Beslenme ve Kanser
Yaşamın sürdürülmesi ve yaşam kalitesinin yükseltilmesi için beslenme bilinçli yapılması gereken bir eylemdir. Yetersiz, fazla ya da yanlış beslenmenin şeker hastalığı,yüksek tansiyon, kalp ve damar hastalıklarının yanı sıra bazı organ kanserlerine de neden olabildiğini biliyoruz. Dünyadaki en sık ölüm nedenleri arasında ikinci sırada olan kanserin, 2030 yılında hızla artarak birinci sıraya yükseleceği öngörülmektedir.
Kanser; belirli bir doku veya organdaki hasarlı hücrelerin kontrolsüz biçimde üreyerek bir kitle veya tümör oluşturmasıdır. Kanser oluşumu çok değişik nedenlere bağlı olmakla birlikte, en yüksek risk faktörleri % 35 beslenme hataları , % 30 sigara olarak kabul edilmektedir. Vücut kütle endeksi 40’ın üzerinde olanlarda kanser % 50–60 daha fazla görülmektedir. Obezite, kadınlarda kanserlerin % 20’sinden, erkeklerde ise % 14’ünden sorumludur.
Besinlerdeki mutajenik ya da kanserojen ajanlar DNA’ya bağlanarak onu hasara uğratırlar. Hasar kritik bir düzeye ulaşınca normal hücreler kanserli hücreler haline dönüşür. DNA onarım enzimleri ve diğer gen koruyucu mekanizmalar 24 saat içinde hasarın %90’ını temizler. Eğer DNA onarım enzimleri yoksa ya da yetersiz çalışıyorsa bu mutasyonlar hızla kansere yol açar.
Beslenmenin kanser riski acısından önemli bir etken olduğu fikri yeni değildir. Yong-He Yan 1270 yılında kötü beslenmenin özofagus kanserine neden olacağını, Wisemen ise 1676 yılında kanserin ‘’beslenmedeki bir hatadan” kaynaklandığını söylemiştir.
Kanser riskini arttıran beslenme hatalarının en büyük sebebi yanlış beslenmedir ama besinlerin hazırlanması, pişirilmesi ve saklanmasındaki yanlış uygulamalar da kanserlere neden olmaktadır. Beslenme düzenimizdeki en olumsuz değişiklik, rafine şeker ve unlu gıdaların aşırı tüketilmesidir. Örneğin İngiltere’de 1815’de 5 kg civarında olan kişi başı yıllık şeker tüketimi 1970’de 50 kg’ın üzerine çıkmıştır.
Şeker ve kanser ilişkisi: Kanser hücreleri sağlıklı hücrelere göre 3-5 kat daha fazla şeker kullanırlar. Şekerin tek zararı kanser dokusunu beslemesi değildir. Yapılan bir çalışmada açlık hipergliseminin ve diyabetin kanser riskini arttırdığı gösterilmiştir.
Diyet yapan biri olarak şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz. Tatlandırıcıların kansere yol açtığına dair yeterince kanıt vardır. Mesane kanserine neden olabileceği için yaklaşık 25 yıl kadar önce sakkarin isimli tatlandırıcı yasaklanmış, onun yerini büyük ölçüde aspartam almıştır. Dünyada yaklaşık 6,000 hazır yiyeceğin içinde aspartam bulunmaktadır. Aspartam aspartik asit (%40) + fenilalanin (%50) ve halk arasında ispirto olarak bilinen metil alkolden () oluşur. ‘Light’ içeceklerde, diğer diyet ürünlerinde, bazı şekersiz sakızlarda ve birçok ilacın içinde tatlandırıcı olarak aspartam bulunur.
Sebze, meyve ve kanser ilişkisi: Taze sebze ve meyve yiyenlerin kansere daha az yakalandığı düşüncesi yaygın şekilde kabul görmektedir. Nitekim bazı çalışmalarda da taze sebze ve meyve yemenin kanser riskini azalttığı kanıtlanmıştır. Bu kanserlerin başında mide, yemek borusu, akciğer, soluk borusu, endometrium, pankreas ve kolon kanserleri gelmektedir. Çiğ sebzeler pişmişlerden daha etkilidir. Ancak sebze ve meyvelerin gereğinden fazla tüketilmesi de obezite açısından risk oluşturmaktadır.
Bununla beraber sebze, meyve, kuru baklagiller ve kepeği ayrılmamış tahıllarda posa (lif) bulunmaktadır. Fazla posa alımı bağırsakların düzenli çalışmasını sağlayarak, kabızlığı önlemekte, kalınbağırsak ve rektum kanserlerine karşı koruyucu rol oynamaktadır. Posanın, kanser yapıcı zararlı bazı maddelerin bağırsaklardan atılmasını kolaylaştırdığı, bağırsaktaki yararlı bakterilerin çoğalmasını sağladığı, böylece kolon-rektum kanseri riskini azalttığı bilinmektedir. Ancak buğday kepeğinin koruyucu olmadığı gösterilmiştir.
Vitaminler, mineraller, antioksidanlar ve kanser ilişkisi: Vitaminler ve antioksidanların bilinçsiz kullanılması istenmeyen sonuçlara neden olabilir. Alınan vitamin-antioksidanlar bazı kanser türlerinin aktive olmasına yol açabilir. Örneğin A vitamini sigara içenlerde kanseri aktive edebilmektedir.
Yağlar ve kanser ilişkisi: Yapılan çalışmalarda omega–3 yağ asitlerinin kanser riskini azalttığı ve kanser riskinin azalmasında diyetteki omega–6 ve omega–3 oranının önemli olduğu gösterilmiştir. Başta meme kanseri olmak üzere birçok kanser türünün riskinin azaltılmasında beslenmedeki bu oran önem taşımaktadır. Omega–3 yağ asitleri kanser oluşma riskini azaltmakla birlikte akciğer, kolon, meme ve prostat dahil birçok kanser türünün büyümesini de yavaşlatmaktadır.
Deney hayvanlarında yapılan çalışmalar zeytinyağının kolon ve cilt kanseri, meme ve karaciğer tümörüne karşı koruma sağlandığını göstermiştir. Ayçiçeği, mısır özü gibi bitkisel sıvı yağlarda bulunan linoleik asitin laboratuar hayvanlarında kanser oluşumunu artırdığı da anlaşılmıştır.
Proteinler ve kanser ilişkisi: Proteinler vücut hücrelerinin yapı taşları olduğu için, kanser nedeniyle zarar gören hücrelerin yeniden yapımı ve onarılması için de bireyin protein ihtiyacı artmaktadır.
Bu konudaki önemli tartışmalardan biri de proteinli gıdaların kansere sebep olup olmadığı ve ‘kırmızı eti fazla yiyenlerde kanserin daha çok görüldüğü” iddiasıdır. Bu konudaki en kapsamlı çalışma 76.172 kişinin 10 yıl süreyle izlenmesiyle yapılmış ve kırmızı et yiyenlerle yemeyenler arasında, kanserden ölüm bakımından bir farklılık bulunamamıştır. Fosil incelemelerinden çıkan sonuca göre tarım öncesi dönemde insanlar günümüzdekine oranla en az 2-3 kat daha fazla kırmızı et tüketmelerine rağmen daha az kansere maruz kalmışlardır. Elbette kırmızı etin pişirilme yöntemlerini, işlenmiş-tütsülenmiş olup olmamasını da kanserojen etki açısından göz ardı etmememiz gerekir.
Süte gelirsek, süt vahşi yaşamda sadece hızlı büyüyen hayvan yavrularına verilen bir gıdadır. Bu nedenle IGF-1 gibi büyüme faktörlerinden zengin olması doğaldır. Yetişkinlerin, büyüme hızları azaldığı halde ek olarak bir büyüme faktörü alması, o kişilerde kanser oluşumuna neden olabilmektedir. Sütün veya yoğurdun içine koyulan yüksek miktardaki şeker de IGF-1 artışına sebep olmaktadır. Pastörize-homojenize edilmiş sütlerin aksine yoğurt ve kefir gibi fermente edilmiş süt ürünlerinin insan ve hayvan çalışmalarında kanseri önlediği ya da var olanları gerilettiği saptanmıştır. Tabii ki bu süt ürünleri ekşime özelliğine sahiptir. Bu ürünlerin pastörize sütlerden farkı probiyotiklerden, enzimlerden ve vitaminlerden zengin olmasıdır.
Alkol ve kanser ilişkisi: Yapılan çalışmalarda fazla miktarda bira tüketenlerde kalınbağırsak ve rektum kanserleri, sert içkileri çok tüketenlerde ağız, baş ve boyun kanserleri ve alkol tüketimi fazla olan bireylerde karaciğer kanserleri daha sıklıkla görülmektedir. Sigara ile birlikte alınan alkol ise kanser riskini birkaç kat artırmaktadır. Ayrıca alkol kanserden korunacak şekilde beslenmeyi de olumsuz etkilediğinden kanser riskini artıran maddeler arasında yer almaktadır.
Besinlerin korunması ve kanser ilişkisi: Nemli ve sıcak ortamlarda saklanan tahıllarda ve yağlı tohumlarda (fındık, fıstık, ceviz gibi) çoğalan bazı mikroorganizmaların ürettiği bazı toksinlerin özefagus ve karaciğer kanserlerine neden olduğu bilinmektedir. Bu nedenle depolama uygun koşullarda, buzdolabı ve serin depolarda yapılmalı ve küflenmiş besinler hiçbir şekilde tüketilmemelidir.